Bu Sabah Ayrılığın Sabahıydı


Bir hayli erkendi. Uyanmıştım. Gecenin siyahının uçlarından tarazlanmaya, ipliklenip dağılmaya yüz tuttuğu, o yarı aydınlık vakitlerdi. Pencereden çocukça sarktım. Nemli, taze bir serinlik değdi yüzüme. 
Tepelerden ormanların azgın yeşili dökülüyordu uzaktaki limana, boş balıkçı barınaklarının üzerine, köpüklenen kumsalda parıldayan deniz kabuklarına, çatılara, minarelere, sokak aralarına. Tirşeye boyanmıştı her yer, her şey. 
Çok göç vermiş, sevdiklerini yitirmiş, kapıları, pencereleri örtük, yeğni yaprakların dallarından savrulup, usulca düşüşünün bile işitilebildiği sepsessiz Cide'de son sabahımdı bu sabah. 
Dün iki kez yoklamıştım. Kapalıydı. Ayrılmadan önce görebilecek miydim Ilgaz'ın evini? Yitirmediğim umudumla fırladım sokağa. Kuşluk olmuştu artık. Evet, açıktı. Zarif işlemeli demirden bahçe kapısı da evin kapısı da ardına kadar açıktı.
Solgun yüzlü Sultan otuzlarının sonlarında olmalıydı. İki gün önce fena düşmüş, belini incitmiş. Acısı dayanılmaz olunca da Kastamonu'nun yolunu tutmuş, hastaneye. Meğer ben dün o yüzden kapı-duvar kalakalmışım çaresizliğimle. Düşme konusunda becerikli olduğunu, bunun ilk olmadığını anlatıyor, laflıyoruz. Bir yandan köpekleri sevecen sesi ile çağırıyor, onları besliyor. 
Odalara girip çıkıyorum, anıların sıcaklığı sinmiş bu evde kulaklarımda Hababam Sınıfı'nın neşeli şamatası çınlıyor durmaksızın. Ilgaz'ın satıştaki kitabını aldım çıkışta. Sultan, bedelinin Atatürkçü Düşünce Derneği' ne gelir kaydedileceğini söyleyince mutlu oldum. Ve nihayet ziyaretçi defterine heyecanla bir şeyler yazmaya çalışırken gözlerimdeki yaşlara engel olamadım. 
Artık huzurla veda edebilirdim Ilgaz'ın Cide' sine. İki gündür gelip geçerken görüyordum; hoş sevgili buluşmalarını ansıtan ismi ile "Kahvecide" bir kahve içmek için durdum. Ayak bileklerime dolanıp, sırnaşan sarmandan başka kimsecikler yoktu ortalıkta. 
Yağmur yağıyordu şimdi Cide'nin tenhalığına. Ayrıldım buralardan.