Çikolata Yaldızları...


Çikolata Yaldızları... Suzidilâra... Manolyalar
Eskilerde, uzak çocukluğumda zamanı, mevsimleri, günleri kendine has renkleri, sesleri, kokularıyla ve tatlı bir âhestelikle yaşayan İstanbul'dayım. Bahar sinmiş şehrin tenine. Aylak, hesapsız-kitapsız dolaşıyorum asmalı, daracık sokaklarda, yaşlı, yorgun mahallelerde.
Vapur sesleri martıların telâşına karışırken sabah pembe bir inci gibi parlıyor, akşamın gölgelerini siliyor.
Güneşle oynaşan denizin pırıltıları iskelenin halatlarından, siyaha kesmiş kalın zincirlerden kayıp, kıyıdaki sandallara sıçrıyor. Dokundukları her şeye belli belirsiz yeşiller, maviler bırakıyorlar. Yanımda koşuşturup duran bu yansımaları tutmak istiyorum.
İstiklal Caddesi’nin curcunasından uzak; bir ney faslı ile mest olmuşçasına, huzurlu bir sükûnla arındığımı hissediyorum burada, Galata Mevlevihânesi‘nde ve uhrevî bir ninniyle uyuyanların kabirleri başında.
Mevlevihâneden çıkınca, az ilerideki Beyoğlu Çikolatacısı’nın camekânında, bir rüya ırmağı ile akıyorum: Işıltılı, rengârenk yalazı ile gözlerimi tutuşturan çikolata yaldızları, ilkokul yıllarımda defterlerimin sayfalarını açıp kapadıkça (cetvel ya da kalemle buruşukluklarını iyice düzeltip sayfa aralarına koyardım) kendimi peri masallarında bulduğum o harika rüya. Ve aldığım çikolatanın yaldızını düzeltip, yanımdan ayırmadığım defterimin arasına yerleştiriyorum.
Şehrin mahremiyetine gizlenmiş camileri, türbeleri, hanları, şadırvanları, çeşmeleri geziyorum. Onları zarifçe bezeyen, narçiçekli, karanfilli, hâreli mavili çiniler; akik sarısı, menevişli beyaz, çimen yeşili, işlemeli camlar, bir daha hiç solmayacak baharları yaşamak, bu kadim şehri sonsuzluğa taşımak istermiş gibi zamanın imbiğinden ağır ağır süzülüyorlar.
Nihayet tatlı bir yorgunlukla Karaköy’den karşıya geçiyorum, her iki kıyı birbirine günbatımının şehvetli kızıllığını yansıtıyor. Kurşun kubbeler, şamdanlardaki incecik mumları andıran minareler, servilerin tepeleri, akşam güneşinden düşen yalımlarla kızarıyor. Ve Boğaz’ın gecesi bir kez daha koyu mavi ipeğine bürünüyor.
Buğulu mor salkımlarla leylâk gibi açan büyü’ye vedâ ediyorum, suzidilâra peşrev çalıyor hafiften.