Alfonso CUARON, ROMA


Bu güne kadar pek çok ödül alan , on dalda Oscar' a aday gösterilen film ROMA ; nihayet dün seyredebildim.Konusu tam anlamıyla hayatın ortasından bir kesit. En ufak bir hayale, bir düşe yer bırakmayacak kadar gerçek ve sıradan.Peki neydi o vakit bu filmi bu kadar yücelten neredeyse bir baş yapıt konumuna taşıyan? Ruhuydu elbette ve o ruhun eksiksiz bütün sahnelerinin içine sinmiş, işlemiş olmasıydı.
70'lerin Meksika'sında yaşanan öyküyü belki o yıllara duyduğu özlemi vurgulamak için siyah-beyaz çekmişti Cuaron kimbilir? Ancak siyah-beyaz filmde her sahne öylesine sanatsal, öylesine büyüleyici!...Koca perdenin her santimetresinde o naif ruhu hissettim; kendi gerçek dünyamdan çıkıp orada oldum, öykünün bir parçası oldum.Yönetmenin kendisini yetiştiren dadısı Libo' ya adadığı ve " Beni yetiştiren kadınların samimi bir portresi" olarak tanımladığı ROMA'da kadınlar alabildiğine doğal ,alabildiğine güçlü.Zaten öykümüz farklı sosyal sınıflardan ve fakat aynı yol ve yaşamın ortağı iki kadının -Pek çok kadının yaşadığı, hemen her kadının da yaşayabileceği- acı olaylar karşısındaki çok güçlü duruşlarını anlatıyor.Cuaron bu iki kadının öyküsünü anlatırken ; dönüşüm sürecindeki o yıllar Meksika'sının karışık siyasal ortamını , yaşanan öğrenci isyanının hükûmetin kendi eliyle silâhlandırdığı bir grup tarafından kanlı bir şekilde bastırılışını da dillendiriyor ; siyasal ve ekonomik eşitsizliğe sessiz göndermelerde bulunuyor.
Filmin sonuna doğru yer alan bir sahne için bir iki satır yazmadan geçemezdim ; dadı Cleo'nun yüzme bilmediği halde " Delirmiş" denizin dalgalarından çekip kurtarmak istediği sadece dadılıklarını üstlendiği çocuklar değildi aslında " Ölü doğmuş pişmanlığı' ydı." Yazgısına kuvvetli bir baş kaldırdıydı ,meydan okuyuşuydu ve o sahne çok ama çok etkileyici idi..
 
Evet 70'ler ,Mexico city 'de bir ev; biri aynı zamanda dadı olan iki hizmetçi ,dört çocuk, anne, anneanne ,sürekli seyahatte(!) bir baba ,köpekleri , filme ismini veren Roma semti...
 
Ve gerçekten izlenmeye çok değer bir film.