Kitabın Tuhaf Öyküsü


Geçtiğimiz ağustos ayında babama bayram ziyaretine gittiğimde, o dursuz-duraksız sohbetlerimiz arasında bir kitaptan bahsetmişti bana. Çok eskilerde okumuş, ama sonra nasıl oldu ise kaybetmiş kitabı. Şimdi tekrar okumak istiyormuş.
" Merak etme baba, eski bile olsa ben sana sahaftan bulurum." Demiştim. Ankara'ya dönünce, sık aralarla uğradığım, beni neredeyse çalışanlarından biri gibi gören kitapçıma -dükkâna bile gitmeden bir ufak ileti yollayarak- kitabı sipariş etmiştim. Babamın bizlere vedâ ettiği, yüzü puslu gündü. Kitabın hazır olduğunu, gelip alabileceğimi bildiren bir ileti aldım Mehmet Bey' den. O iki satırı içimin tarifsiz burukluğu ile okurken o an dudağımın ucunda kendime bile yabancı gelen tuhaf bir bükülme hissettim. Gülme miydi? Belki. Ne garip değil mi? Ama ben yine de ayçiçeğinin gözleri ile bakmak istedim hayata. Ve koşarcasına gittim, o kitabı aldım bugün.
Kuşkusuz kitaplığımın pahada en ağır kitabı olacak bu kitap. Siyaset okumayı bir türlü sevemedim. Yazık ki bu da siyasi içerikli bir kitap. Belki günün birinde okur ve babacığımın hayat görüşü bana hayli âşina olan penceresinden bakarak değerlendirmeye çalışırım okuduklarımı. Ve bana pek çok kereler verdiği ev ödevlerini yapmaya gayret ederken ki gibi, kimi ilginç bulduğum bölümlerin altını çizip, sanki onunla bunları tartışacakmışım gibi hazırlanırım sözlü sınavıma.
Kitabın ilk sayfasına " Sevgili babama" kaydını düşerek onu, kitaplığımın, yine onun çok eskilerde okumamı istediği, ondan bana kalan siyasi kitapların -Doğan Avcıoğluların, Şevket Süreyya Aydemirlerin- yanına yerleştireceğim.
Bir kitabın öyküsü bu kadar mı iç acıtırmış?..