MR maceram


Üzerinize afiyet,uzunca bir süreden beri belimin sol yanından aşağıya dizimin arkasına sinsice süzülüp kıvrılarak inen hatta orası ile yetinmeyip taa ayak bileğime çöreklenen bir sızıdan mustariptim.Beni tanıyanlar bilir; öyle kolay kolay yüz vermem gel geç ağrılara sancılara ne var ki bu sinsi sızı giderek çoğaldı ,basbayağı acı veren hatırı sayılır cinsten bir ağrıya dönüştü.Ne zaman mı oldu? O güzelim lâvanta kokulu Ege köylerinde dere tepe gezinen keçileri kıskandırıp da onlara parmak ısırtacak çeviklikte seyirtirken oldu tabii.Evet ağrılarım çoğalmıştı öyle ki geceleri toz pembe rüyalarımı delik deşik edip beni kan uykularımdan uyandıracak kadar azıtmıştı.Ankara'ya dönüşümün hemen ertesi günü hastanenin yolunu tuttum çaresiz. Doktor MR istedi; daha önceleri böyle bir tetkikten geçmemiştim ancak bazı dostlarımın deneyimleri ve anlattıkları kulağımda olarak bu gün akşam saat yedide görüntüleme odasına girdim.Şükür I.Melih'in Ankaramıza "kazandırdığı(!)"  alt geçitlerde çok yağışlı havalarda mahsur kalma korkumun ötesinde kapalı alan korkusu bilmem hiç. Neyse bana verilen minik cüsseme göre hayli büyük , üzerinde leylak puantiyeleri olan önlüğün kuşağını gövdemin etrafında bir kaç kere döndürmek zorunda kalarak giydim ; artık hazırdım.
 
Tıbbın son harikalarından olan bu  MR, beyaz bir tabutu andırıyor , çok sevimsiz görünüyor; iyi ki üzerimdeki önlük tümden beyaz değil yoksa kendimi  hepten kefenlenmiş ölü sayacağım .
Görevli, biraz ses olacak korkmayın, şu kulaklığı da  takın lütfen dedi nazikçe. O da tamam. İşte şimdi başlıyor macera; hiç hareketsiz uzandım;  gözlerimi açmamayı tembihlemiştim kendime öyle de yaptım.Üzerime gelen serin hava ile ,deniz kenarında havlumun üzerine uzanmış olarak hayal etmeye çalıştım kendimi, sanki hafif bir meltem okşayıp da geçiyor beni.Ne var ki sesler başlayınca bu pembe hayalin yerini bir sıkıntıdır aldı. Muhayyile bu ya; büyük kepçeler derin çukurlar açıyor, ben çukura doğru sürükleniyorum, peşimde zebaniler beni kovalıyor; oysa ben şu dâr ı dünyada şarapla rakı içmekten gayrı bir günahı olmayan  bir masum kişiyim.Az sonra sesler değişti ; çukur kazma seslerinin yerini  gittikçe kuvvetlenen uğultulu bir motor sesi aldı.Şimdi ben bir uzay kapsülünün içindeyim az sonra rampadan fırlayıp yıldızlara doğru yol alacağım.Eh ehven-i şer denir buna, uzay boşluğunda savrulmayı çukura tercih ederim tabiki. Sesler zaman zaman silikleşiyor bu defa da okyanusların derinlerindeymişim hissine kapılıyorum.Çukurdu, uzay boşluğuydu , okyanusların esrarengiz dibiydi derken yaklaşık yirmibeş dakika süren bu kurgu bilim tadındaki görüntüleme deneyimim nihayet son bulmuştu bu asrî tabutun içinde.
 
Sızlayan bacağıma rağmen Ankara'nın serinlemiş yaz akşamına yüzümü verdiğimde az önce bir çocuk muhayyilesi ile kafamda kurgulayıp oynadığım bu çocukça oyuna gülerek evimin yolunu tuttum.