Başka Bir Yolculuk


Bazen bir şehir, bir rastlantıyla hayatımızın bir kıyısına ilişir; hatıralarımızın bir parçası olur çıkar.
Asker eylemenin gururu, söylenmeden kalan şeyler, adı konulamamış soğuk bir huzursuzluk ile dokunuyorum bu şehre. Caddeleri, geçitleri, dükkânları, çetrefil sokaklarıyla sonsuzlukta akıp giden Kütahya'ya.
Zorunlu birkaç alışverişin ardından, Ulu Cami'ydi sanırım, önündeki küçük meydanda, yaşlı kestanelerin altına atılmış alçacık masalardan birine oturup çay içiyoruz. 
Yol boyunca sağlı sollu hamamlar, camiler, asırlık dallardaki güvercinler, eski yazılı kitabeleri ile kabirler, köpekle oynayan çocuk, sokak satıcıları; burada yaşamı ayakta tutan her bir şey zamanın dışındaymış gibi. Her şey ne kadar uzak; her şey ne kadar yakın!
Yatmadan önce, aralık pencereden gecenin mavisini dinledim bir zaman. Yan sokaktan çalgı sesleri geliyordu. Bir iki saat sürer, sonra, rüzgârın oynattığı ağaç yapraklarıyla dolu bir sessizlik başlardı nasılsa.
Uyandığımda, şafak vaktindekileri andıran belli belirsiz, serince bir sis asılıp kalmıştı çoktan alçalmış, aydınlanmış göğe.
Bu şehir, şehrin eteklerini incecik siyah bir çizgiyle çerçeveleyen dağlar, aynanın alt köşesine tutturulmuş naif bir çocuk resmiydi sanki; bitimsiz döngüde öylece kalmaya devam edecekti.
Ayrılıyordum artık. Sıkıca vedalaştık.
Her yolculuk uzamsal bir hayal kurmaktır. Dar zamanlara sıkışmış olsalar bile.