Bir Ada Hikayesi


Per Ardua Ad Astra 
Hikâyeler gece anlatılır derler, çünkü bir inanışa göre, kutsallık geceye mahsusmuş. Bir başka inanışa göre de hikâyeler anlatılırken çiçekler büyümeyi bırakır, kuşlar yavrularını beslemeyi unuturmuş. Kimi hikâye anlatıcıları yalnızca kar yağarken anlatırlarmış hikâyelerini. Benim kelimelerimse sabahın aydınlığında yol alıyorlar.
Yağmur mevsiminin sonlarıydı. Kiboni Yerlilerinin asırlardır yaşadığı adanın doğu kıyısına çıktığında, zamana düşülen kayıtta takvimler bin dört yüz doksan iki yılının yirmi yedi ekimini gösteriyordu. Yürürayak daldığı bir düşün içindeydi adeta Kristof Kolomb ve Tanrı’dan renkleri çalan bu toprakların, “gözlerin bugüne dek görmüş olduğu en güzel şey” olduğunu yazmıştı seyir defterinin o sayfasına. 
Çok geçmeden, Kolomb'un ardından conquistadorlar da* geldiler. Yerli halkı kendi topraklarında zalimce köleleştirdiler. İşte o vakit, o vakit, zaman da acının izini sürmeğe başladı bu topraklarda.
Sıcak bir öğle sonu. Diğer gezginlerle buluşmama daha epeyce var. Oturduğum masadan kalkıp meydandaki, çoğu tek katlı evlerin gölgelerinde yürüyorum. Aşınmış taş basamaklarda başı önüne düşmüş, çenesi göğsünde uyuklayan adam, köşedeki tütüncü, Bir berber dükkanının kirli camından gözüme takılanlar, mavi göğün altında, üst pencerelere asılmış partal çamaşırlar, yaşlıların kapı eşiklerinde oturup, gelip geçeni seyrettikleri arka sokaklar. Hepsi, her şey adadaki gündelik hayatın ufak birer parçası. Benimle, bende kalsınlar, fotoğraflarda yaşasınlar istiyorum. Bakışlarındaki o ânı, o ânın sonsuzluğunu yakalamak, saklamak istiyorum. İnsanlar, sayısız yüzlerin imgeleri birikiyor belleğimde.
Bir başka gün, sahil yolunda, Malecón’da, okyanusun dizginsiz dalgalarını dinliyorum. İleride bir yerlerde, sandalında ihtiyar balıkçı Santiago, miço Manolin ve kocaman bir merlin balığı beliriveriyor köpüklenen azgın sularda. Hemingway’in, satırları hayal meyal, ufkun koyu kalın çizgisine asılıp kalıyorlar. Akşama doğru Floridita Bar’a uğruyorum. Rom istiyorum; “yazarın bu bara her gelişinde içtiğinden olsun” diyorum.
Kaleleri, kemerleri, yivli sütunları, sömürge döneminden kalma sarayları, göz alıcı Barok kilise ve manastırları, meydanları, geceleri, cadde ve sokakları örten mahzun karanlığı, küçük odaların camlarından dökülen soluk ışıkları ile soluyan, yaşayan şehir Havana, Pinar del río, Miramar, Domuzlar Körfezi, Cienfuegos, Trinidad, Viňales vadisindeki tütün tarlaları, Santa Clara, Varadero.
İki kanat çırpışı arasındaki bu uzun seyahatim boyunca, Kiboni Yerlilerinin, öncenin öncesinde (MÖ 3 500’de) başlayan hikâyesini okumuş, hatta, yaşamış oldum sanki. Soykırıma uğrayan, köleleştirilen, yine de acıya, yokluğa, zulme direnen, şarkılar söyleyen, gülen adamların ve kıvrak kadınların hikâyesi beni tuhaf bir biçimde etkiledi.
Bunları kaleme almaya başladığım bu sabah düşündüm:
Güneşin ellerinin dokunuşuyla doğan her yeni günde, onlar, Kiboni Yerlileri, bir zamanların uzak dünyasından şimdiki dünyaya bakıyor olmalılar.
Ne düşünüyorlar, acı duyuyorlar mı hâlâ?
Bir Latin deyişiymiş:
Per ardua ad astra: Zorluklardan geçerek yıldızlara erişiriz.
Çok zor, biliyorum. 
Ama bir gün, olur da bir gün, dağlarınızda yıldızların ışıdığını yeniden görürseniz, beni hatırlayın, izlerime dokunun. Sevgimi hissedin kalplerinizde.
*Conquistador; 15 ve 19. Yüzyıllar arasında Amerika’nın büyük bölümlerini istila edip İspanyol sömürgesinin egemenliği altına alan İspanyol askerler.