Güneş Kursunun İçinden Geçiyorum 4
Hattuşa Alacahöyük Çorum
Hiç kimse değilim ben, ben yalnızca yankıyım
Tam bir masal. Rüzgârın hafifçe dalgalandırdığı otlar ve ince saplı çiçek öbekleri ile örtülmüş kıvrımlı vadilerin, tepelerin ardında, uzaklarda kıyı boyunca uzayıp giden dağ silsilesinin, göğün gözlerime dolan yabanıl mavisinin masalı bu. Baharla eriyen karların ıslattığı doğurgan toprak anlatıyor sırlarla dolu bu masalı bana.
İçimdeki aşılması mümkün olmayan uzaklık ve bu yabancı dünyadan beni ayıran gizemli sınır duygusu ne tuhaf. Hiç kimse değilim ben Hattuşa’da; Hattuşa’da ben yalnızca yankıyım.
Zamanda dolaşıyorum. Yeryüzünün ruhundan doğmuş bu şehri yağmur çisentileriyle birlikte geziyorum. Körlüğün alacakaranlığında yürür gibiyim.
Geçmişin üzerine kilitlenmiş taş kabartmalı kapılar, karum kalıntıları, surlar, kaleler, saraylar arasında “şimdi”yi kaybediyorum.
Beni çeken, şaşırtan her şey parmaklarımın ucunda. Çok uzaktı oysa! Yarısı yıkılmış alçacık bir tapınak duvarına oturup gözlerimi yumuyorum. Bir ayaküstü düşünün içindeyim. Bu şehir, gördüğüm, dokunduğum duvarlar, adımlarımın sesini dinlediğim bu taş sokaklar tohumun içindeki gizil dirim sanki.
Hava kararırken tepeler morarıyor. Sırtlardaki yeşillikler koyulaşıyor. Belli belirsiz ışıklar seçiliyor güneşin az önce battığı yerde. Gölgeler sarmaş dolaş. Kimsecikler yok yitik tanrıların karaltılarından başka. İnen akşamla o uzaklık duygusu büsbütün derinleşiyor.
Borges’ in “Kum Kitabı” öyküsündeki, sayfa sayısı sonsuz olan kitap gibi imgelerim, sonsuz. Yaşadığım bu düşsel zamanda hiçbirisi ne ilk ne son.
Ayrılıyorum buralardan. Dudaklarımda bir hayalet şehrin tadıyla yola koyuluyorum Çorum’a doğru. Yazgılar, mitler, ayaküstü düşlerim, varoluş serüvenleri, hepsi benimle geliyor.