Manzaralar...Daha Yaşarken Ölümsüzleşen Anlar...


Yedi bin yıllık Herkül Mağarası'na dair öyle çok hikâye var ki. Bu hikâyelerden birinde:
Herkül Hesperides'in bahçesine giderken Atlas'ın olduğu dağı geçmek zorunda kalmış. Dağı tırmanarak aşmak yerine insanüstü gücünü kullanarak onu parçalamış, diye anlatılıyor.
Bir başkasında ise, Neptün'ün oğlu Atlas'ın üç kızının altın elma yetişen bir bahçede yaşadıkları, bu bahçeyi de bir canavarın koruduğu söyleniyor. Herkül canavar ile savaşıp onu öldürür. Güçlü yumruğuyla dağı parçalar. Akdeniz’in büyülü mavisi ile Atlas Okyanusu’nun hırçın yeşili kucaklaşırlar böylelikle. Ve Avrupa, Afrika kıtaları oluşur.
Spinoza’ya göre sonsuzluk şimdi’dir. Mağarada zaman ağırlaşıyor. Islak günışığı anbean değişiyor. Gölgeler, uzak geçmişin suretleri düşüyor duvarlara. Dalgalar kayalara her seferinde yeni bir öfkeyle hücum ederken ben de kendi şimdi’mde, kendi sonsuzluğumdayım, dünyanın kenarındayım adeta.
Bu imgeler âleminden çıkıp, Tanca güneşinin altında bir süre yeryüzünün çekirdeğine doğru yol alırcasına yürüdüm. Karşıda belli belirsiz bir pusun içinde yüzen, üzerinde bambaşka hayatların yaşandığı İber Yarımadası’nı seyrettim. Kumsaldaki taşlarla konuştum. 
Tanca’da, Fas’ın en batı ucunda, mavi-yeşil suların birbirleriyle sevişip, birbirlerini kutsadığı Spartel Burnu’nda, yıl 2024, aylardan şubattı, bense çağlar çağlar öncesinde bir yerdeydim.
Zamanın kipi, bir ânı yaşarken duyduğumuz, içimizden geçirdiğimiz zamanın kipi değil midir zaten daima?