Seyir Defterinde Mavi Bir Şehir


Tetuan'dan ayrılıp, yanı başımdan bütün azameti ile akan, tepeleri siste silikleşmiş Rif dağlarıyla birlikte Şafşavan'a doğru yola koyulduğumda akşam oluyordu. Vardığımda akşam çoktan uçup gitmişti. Kumkuatların, limonların, turunçların ıtırından şimdi artık gece geçiyordu.
Rifler'in eteklerinde, bin dört yüz’lü yıllarda İspanya’dan kopup gelen Yahudi göçleriyle kurulmuş mavi Medina, (eski şehir) Uta-Hammam meydanı, meydana açılan ara sokaklar, o anda, orada ne varsa bir düşün büyüsünden başka hiçbir şeye dönüştürülemezdi. Hatta bir anıya bile.
Sağlı sollu evlerin boyunca, neredeyse ancak bir kişinin geçebileceği taş döşeli yollarda, güneş yansılarıyla maviliğin üzerinde irili ufaklı parıltılar oluşuyor; iyice daralan kuytularda ise gölgelerle koyulaşıp yoğunlaşan mavi, açıklardan içerilere sokuluyor ve ben, etrafımda durmadan halelenen bu renkle kendimi bir deniz mağarasının ağzında buluyordum. Bir eşiğin ya da bir sundurmanın köşesinde bitmiş ot öbekleri taşlara tutunmuş yosunlardı sanki.
Sokakların ardından tekrar meydana çıktım. Dükkân önlerindeki, seyyar tezgâhlardaki şallar, cellabiyeler, baharatlar, sepetler, evvel zamanlardan beri buradaki gerçek, derin, tutkulu yaşamların öyküleri olmalıydı.
Çok eskilerden kalma Kasbah’a (kale) girdim sonra. Kalenin tepesinden şehre, su yüzeyini yalayan bir kayalıktan bakıyor gibiydim.
Ötelerde, maviliği çevreleyen, birbirinin üstüne binmiş beyaz evler, gün ışığının yavaş yavaş eğildiği saatlerdeki gecikmiş bir günbatımının giderek yumuşayan sıcağında uzanan beyaz, ıssız bir kumsalı andırıyordu. Daha ötelerde de bodur zeytinlikler. Sonra yine dağlar.
Görünür görünmez ufuk çizgisinde gök, bulut lekeleriyle istiridye gibi açılıyordu.
Bir deniz düşünün resmini çizmiştim bu küçük ve sapa dağ kasabasında.