Yoksul Bırakılmış, Soykırıma Uğramış...
Yoksul bırakılmış, soykırıma uğramış yine de şarkı söyleyen insanların ülkesinde kendimle konuşuyorum
Kollarımı iki yana açıp yakalamaya çalıştıkça uzaklaşan ufuk çizgisi, şehirler, şehirler, köyler, geçitsiz dağlar sonra yine köyler, açıklardan kopup gelen dalgalarla hırçınlaşan kıyılar... Güneşten geliyorum, güneşe gidiyorum.
Ardıç ağacı ile ardıç kuşunun birbirlerinde dirim bulan yaşam döngülerinin ilahiliğinde gizli olmalıydı barışın kutsallığı, barışçıl yaşamın eşsiz hazzı.
Hikayeleri mi? Adlarının aynı olması değildi sadece onlarınki.
Ardıç ağacının tohumları toprağa dökülür ancak bu tohumlar ardıç kuşu tarafından yenmedikçe çimlenemez. Bu güzel ötüşlü kuşun narin bedeninde tohumların kabukları açılır. Onun besin artıkları ile birlikte tekrar toprağa karışan tohumlar kolayca çimlenir ve yeni yeni ardıç ağaçları yükselir göğün uçsuz bucaksızlığına.
Ne güzeldir Emily Dickinson’ın şiiri:
Bir kalbi kırılmaktan koruyabilsem
Yaşamış olmayacağım boşuna
Bir hayatı acıdan kurtarabilsem
Bir ağrıyı dindirebilsem ya da
Ya da bayılan bir ardıç kuşunu
Koyabilsem yeniden yuvasına
Yaşamış olmayacağım boşuna
Dizelerle bir başka dünya oluşuyor içimde.
Bu ülkedeki son akşamımda Varadero’da sahildeyim. Bütün bunları düşünürken, gözlerimin önünde bir kurtuluş kadar mavi ve serin okyanus uzanıyor. Yürüyorum kumsal boyunca. Islanıyorum. Günbatımının hercai renkleriyle boyanıyor her şey. Birkaç kırmızı damarlı taş ve içinde yaban sümbülleri olan bir şişe buluyorum. Onlara, Gençlik Sanat Evi’nde tanıştığım gençlerin isimlerini veriyorum.
Pablo, Carlos, Olivia, Javier, Angel, Ricardo...