Eski Bir Şehre Dair


Bu (eski) şehir benim değil artık, yabancısıyım çoktandır
Şimdisine dokunuyorum onun
Ruhunu yakalamaya çalışıyorum ruhumun elleriyle
Zamanın büklümlenip geçmişe saptığı gizemli bir geçit arıyorum daracık, yönsüz sokaklarında
Sanki zaman çıt etsin istiyorum incelmiş bir yerinden
Bütün şehir, havalandırılmamış,eşyalarının üzerindeki örtüleri kaldırılmamış, aydınlıksız odalar gibi
Koyu yaprakların iyice gölgelediği meydandaki çay bahçesinin kalabalığı, kargaşası dinmiş
Kendi sessizliğini biriktiriyor hazin dilsizliğinde
Nedir, su dolu bir kâse gibi suskun,kıpırtısız bu şehrin gözlerini zaman zaman derin uykusundan aralayan
Güneşli bir ekim  ikindisinin gümüşî gülümseyişi mi
Ân'ın sırrını ketumca saklayan o ilkyaz sabahı mı
Kavakların ürperişi mi sisin tepelere doğru belli belirsiz beyaz sürüklenişinde, bir şarap vakti
Ne tuhaf bunları düşünmek
Hatırlar mı acaba şehir ihtiyarlamadan çok evvel yaşadıklarını
Şehri çevreleyen, kendi hâlindeki bilge, güngörmüş tepelerden dingin, acelesiz dökülüyor aşağılara, pencerelerin camına yaslanıyor yaşanmış zamanların yansımaları, yalazlanıyorlar vişneçürüğü
Bir başka rüzgâr esiyor unutulmuş çatılarda
Bir başka yağmur ıslatıyor sundurmalı evlerin göz pınarlarını
Bir başka dökülürken yaprağın ucundan akşamın karanlığı
Renkler ölüyor avludaki güvercinli kuyuda