Usanmadan yağan, karşılarda küçük küçük tepecikler oluşturan karın beyazından doğan sessizlik içinde gözüm açık ama dalgın, yarı uyur bir hâldeyim.
Pessoa'nın hayatının kuytularında kalmış ne kadar acı varsa hepsinin üzerlerinden -bir yolunu bulup sırtlarına geçiriverdikleri-mutluluk kisvesini çekip çıkarıyorum. Soyuyorum onları birer birer. Sonra karşılarına geçip bakıyorum; onların çırılçıplaklıklarında, genellikle hâlinden memnun, genellikle mutlu görünen Pessoa'nın yaşamında, aslında bitmeyen bir hüzün olduğunun ayırdına varıyorum derin kederimle.
1930 Haziranı; günün, elin-ayağın çekildiği ıssız vakitleri. Içinin dipsiz derinliklerinde, gelip geçmiş tüm devirlerinin özlemlerini, tüm zamanlarının bunalımlarını yaşıyor belli ki Pessoa, oldukça sıkıntılı görünüyor. Birlikte yanyana yürüyoruz okyanusun kıyısında. Dev dalgaların öfkeli kükreyişleri ilk yaz gecesinin munis soluğunda sakinleşiyor.
"Biliyor musun?" Diyor." Hayatım uçsuz bucaksız bir düş benim." Sonra aniden, nahif kişiliğine yakışmayan bir sertlikle, azarlar gibi soruyor:
"Söylesene, hangi ellerimi uzatayım, hem hangi evrene doğru? Çünkü evren, bana ait değil: Ben, evrenim."
-Sen bir bilinmezlik olmayı seçmişsin diyorum ona.
-Yazı dünyanı sadece sana ait bir sahne üzerine kurmuşsun; dilin, yorumun bambaşka ve harikulâde. Edebiyat evreninde öyle özgünsün ki, biriciksin, bunun tadını çıkarmalısın.
..."Dünya denen oyunu, varlıkların değişken gelgitlerini seyrettikçe, her bir şeyin; gerçekliklerin saygınlığının, yalancı pırıltılarının özünde olan o sahtelik iyice içime işliyor."
..."Hayatla aramda ince bir cam var. Açıkça görmeme ve anlamama rağmen, dokunamıyorum hayata."
..."Biz, olamadığımız şeyiz, hayat kısa ve hazin."
Anlatıyor durmadan, samimi bir iç döküş, sessizce dinliyorum onu, ama hele o son cümlesi yok mu, duygularımın etine ince bir sızı saplanıyor, geziniyor orada sinsi sinsi. Nasıl acıyor içim anlatamam! Susuyorum.
O an hayatın iyice kızdırdığı, ateşlere saldığı ruhlarımızdan yumuşak, serinleten bir rüzgâr geçsin istiyoruz ikimiz de.
Aklıma düşüyor birden, en sevdiğim şiiri. Hangisiydi, hatırlamaya çalışıyorum, o ise kendi dünyasının karmaşıklığından kurtulamamış, neredeyse yanındaki beni unutmuş, darmadağın.
"GEL OTUR YANIMA LİDİA..." Buydu işte, evet onun en sevdiğim şiiri buydu.
Ah bir bilebilseydin senin duygularına nasıl âşık olmuştum ben o şiirinde, ruhuna nasıl âşık olmuştum. Derin, olgun bir aşkla sevdiğin Lidia olabilmeyi kaç kereler düşlemiştim Pessoa ve bu denli içten, kendince ve doğal, duru bir suyu andıran yazışını nasıl kıskanmıştım!..
Kar dinmemiş, hâlâ yağıyor. Pessoa'nın hayata serzenişleri ile ağıyor bulutsu beyazlık çatılara, ağaçlara, şaşırmış, bir de çok üşümüş bahar dallarına.