Ankara, 30 Ocak 2024
Sevgili A...
Şu sıralar bir zihin dağılması, bir iç sürgün yaşıyorum. Böyle zamanlarda sana yazmak teselli verici oluyor.
Bir süredir havalar iyice sertleşti. Çetin bir kış. İnsanı yalnızlığa çeken bir yanı var bu mevsimin. Çocukluğumuzun, nefesimizle buğulandırdığımız camlara yıldız çiçekleri çizen masalsı karları da yağmıyor artık. Kupkuru, acıtan bir soğuk var dışarıda. Yine de, iki gün önce bahçeyi yarım yamalak örten incecik beyazlıkla içimi rahatlatan bir boş vermişlik, bir safdillik yaşıyorum. Ve buna şükrediyorum.
Yenice öğrendim; kadim Anglosakson dilinde, şair için kullanılan kelime fail’miş ( maker). Bence çok hoş bir ifade. Gerçekten de, failler içsel sesleri ve bir duvar ustasının maharetiyle kelimeleri örerek, cismani dünyada çıplak ve kimliksiz görünen şeylerin dokunabildiğimiz yüzeylerini aşıp, derinliklerinin ayırdına varabildiğimiz bambaşka bir dünya yaratıyorlar. Kelimelerin büyüsü işte bu.
Günler gitgide uzuyor. Şimdi akşamüzerleri ışık yakmadan okuyabiliyorum. Tek karanlık, yaşamın anlamını yerle bir eden savaşlar; uzaklarda bir yerde bir çocuğun kahkahasının ölmesi. Savaş, hiçlikte kaybolmak adeta.
Kısacık olsa da, seninle bu sessiz sohbetlerim bana öyle iyi geliyor ki. Sorma nasıl ama, beni duyduğunu duyumsuyorum. Yanılıyor muyum?
Yanılıyorsun, dersen, bir daha yazmam.
Andrey Platonov’un hikâyelerinden birinden bir cümle bırakıyorum başucuna.
“Çok uzaklara gitti uzunca bir zaman için -belki de sonsuza değin.”
Büyük özlemimle A...