Bir İran Öyküsünün Ardından


"Kederin doğusu" nda açan bilge çiçekler
İkibin beşyüz yıllık uygarlık mumlarının, doğu gizeminin, eski duaların, yakarışların, isyanların tütsülü kokusu sinmişti gerçekle-kurmacanın içiçe geçtiği Üç Hayat isimli filmin her yanına.
Siyasi nedenlerle, baskıcı yönetim tarafından yasaklanmış olmasına rağmen, Jafari Panahi'nin çekimini gizlice gerçekleştirdiği ve Cannes'da en iyi senaryo ödülüne lâyık görülen bu filminde, onun gözlerindeki insancıl sıcaklığı, hoşgörüyü, sevgiyi arayan çırılçıplak açlığı okudum film boyunca.
Doğusunda, kuzeyinde, batısında, güneyinde asırlardan bu yana Hayyam'ın, Sepehrî'nin, Zemahşerîlerin, Kutbeddin Şirazîlerin, Şehristanî, Behram ı Gur, Ebu Hasan Behmenyarların, Ferruhzadların insanlık üzerine derin düşüncelerinin, söz söyleme sanatındaki letâfetlerinin, nahifliğin kök saldığı bu bilge topraklarda, acı ile yaşanan sıradan hayatlardan ufak bir kesit Jafari'nin filmi.
Jafari, Tahran'da oyunculuk yapmak isteyen ve bu amaçla konservatuvar sınavına girip kazanan genç kadın Marziyeh'in öyküsü üzerinden aslında üç ayrı kadının öyküsünü anlatırken çağdışı yönetimin kişi hürriyetlerini kısıtlayışını, tutucu gelenekselliğin özellikle kadınlar üzerindeki ağır baskısını sorguluyor.
"Bulut geçti, gözyaşları kaldı çimende
Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde?"...
Çimendeki göz yaşına içlenip teselliyi şarabın gül renginde arayan Hayyam'ın şarap içme arzusuna soylu bahanesi;
Sepehrî 'nin;
[Bir şair gördüm, seslenirken bir zambağa, "Siz" diyordu.] mısraındaki olgun zarafet;
Ve Ferruhzad. -Oysa o şair ruhlu kadın şiir yazıyordu ve yönetmen olmak istiyordu sadece; fahişe dediler ona. Oğlunu, en değerli varlığını, erkek erkil geleneğin başında olana yani babaya verdiler. Çocuğunu bıraksa bir daha göremeyecek, kocaevinde kalsa artık sanat dünyasına giremeyecekti.-Onun yaşamak zorunda bırakıldığı çetrefil çelişkilere çığlığının, umut dolu mücadelesinin güçlü bir sel gibi mısralarından taşması:
"Ellerimi bahçeye dikiyorum, 
yeşereceğim, biliyorum, biliyorum, biliyorum
Ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda yumurtlayacaklardır..."
İkibin beşyüz yıllık uygarlığın üzerinde açan; düşüncenin, şiirin, sözün zarafetinin ,onurlu başkaldırışların, bilgeliğin çiçekleriydi onların hepsi, zamanın sonsuz döngüsüne izlerini bırakarak yaşadılar ve şimdi, bu gün,1960 doğumlu genç sanatçı Panahi de o binlerce yıllık çiçeklerin renkli özünden devşiriyor "kederin doğusu" ndaki kendi öyküsünü. -yasaklara rağmen- Ve ben ne vakit o topraklardan bir öyküye dalsam, ıssız bir acının silik gölgesi benimle birlikte dolaşıyor bir zaman; ve her seferinde düşünüyorum: Hangisi bir diğerini büyütüp köklendiriyor? Bilge toprağın özündeki keder mi acıtıyor yaşam öykülerinin tadını yoksa hayatlardan toprağa süzülen hüzünde mi açıyor "kederin doğusu" nun çiçekleri.
Üç Hayattan, olgun, hoş, buruk bir tortu kalmıştı içimin kıyılarında.