Eylül Güncesi


Güz ve sarı, bu iki masum sözcük bilmiyorum kaçıncı kez bir boşluğun kıyısına götürüyordu beni, kaçıncı kez kapkara bir ağırlık gibi düşüyordum o kıyısında durduğum derin boşluğa? Bu hazin düşüşte sanki yalnızca varolmak için yaşanılmış Eylül günlerini tek bir güne toplayıp, bu otuz uzun günü güncemin sayfasına tek bir gün olarak yazıyorum.Tuhaf ama o kadar da yalın ,anlaşılabilir bir durum benim için.
Miskin sabah güneşlerinden akşamların arduvaz alacasına, oradan hiç uyunmamış sabaha karşılara savrulurken ansızın çocuk düşlerimin büyük sırça kum saati parçalandı, dağılan sayısız kum tanesinin altında kaldım.Zamanın tarihi silinmişti belleğimde.Yazın deli dolu son sıcak günlerinden bu yana evimin her yanına dağılmış kitaplarım, küçük defterlerime gelişigüzel karaladıklarım birer hayalet gibi bomboş bakıyorlardı yüzüme.Fettan hayat kadını Lidia, Saramago'nun Çatıdaki Pencere' sinden başını uzatmış, şımarıkça gülerek; " Yazsana ne duruyorsun?" Diye sesleniyor; Puşkin'in naif Maria İvanovna' sının sesi Lidia'nın sesine karışıyor; " Hadi durma yaz." Çehov üzgün bakıyor soğuk Bozkır' ından.Edgü'nün, Tagore' un , Berger' in dizeleri geçiyor zamanın silinmiş tarihinden belli belirsiz titrek gölgeler gibi ,sitem dolu.
Yazmak yaşamaktı hani, hani yaşamın anlamını aramaktı yazmak; karşılıksız, çıkarsız , umarsız bir varoluştu hani? Otuz koca günü kendimi bu hoş edimden yoksun bırakarak geçirdim.Içine hiç gün ışığı sızmayan orman toprağı gibi kokuyor düşüncelerim.Oysa, yeni açtıklarında kızıla dönmeden önceki gelin çiçeklerinin renginde bir kadın dolanıyor içimde.
Belki yarın Kimera' nın bakışında sonsuzca asılı duran Zaman'ı alıp tıpkı bir fiil çeker gibi bütün kipleri ile yeniden çekmeye başlarım , yeniden şiirin kulağına yazabilirim ruhumun fısıltılarını.
 
Sevgili günce birkaç saate kadar Eylül'e veda etmiş olacağım ; biliyorum anılarım uçsuz bucaksız kayranlarda, ırmak ve dağ koyaklarında, çobanpüsküllerinin taze sürgünlerinde yaşayacak binlerce yıllık bilge göğün altında.
Hoşçakal Eylül.