Güz Günleri Lirik Yağmurlar Gibi
Eylülün on üçüydü, günün geççe vakitleri, ertesi sabah çıkacağım seyahate hazırlanıyordum. Yayınevinden aradılar, kitabım basılmış. Koşturarak çıktım evden. Üç beş kitap alıp döndüm. Kapağını elledim, okşadım, sevdim. Yazdıklarımın somut varlığını duydum parmak uçlarımda. Tıpkı birini saçlarına, yüzüne dokunarak hissetmek gibi.
Çomakdağı köyünde bir narın gölgesine oturmuş, uzun ayrılıklardan sonraki dönüşleri düşünüyorum. Hep böyle mi olurdu? Geçmişimizde bıraktığımız evimizin, sokakların, dükkânların, dostlarımızın, sevgililerimizin hayalleri şimdinin gerçeğinin kalın, koyu çizgisine mi tutunmaya çalışır? Acımasız yüzleşmeler mi yaşanır? Sanrılar. Pişmanlıklar belki. Bellek gel gitleri; o uzun ayrılıkların ardından dönüşlerde.
“Dönüş” romanında, Manguel aslında kendi öyküsünü anlatıyordu. Nestor Esteban ismini vermiş, otuz yıl boyunca gidip görmediği kente, vaftiz oğlunun düğünü için gelen kahramanına. Siyasi çalkantıların, karmaşanın durulduğu memleketi Arjantin’e yıllardan sonra dönüşünün öyküsüydü Alberto Manguel’in.
Zeytinlikuyu’da denizin mavi sessizliğine iniyordu akşam. En ufak çırpıntı sesi gelmiyordu giderek koyulaşan sulardan. Hareleniyordu kumsal yanıp sönen deniz kabuklarıyla. Kadife bir geceyi kuşanmaya hazırlanıyordu Zeytinlikuyu.
Gün doğumuyla kıyıya indiğimde kimseler yoktu. Bir iki sabah martısı, mahmur bakışlı yaşlı bir köpek. Hepsi bu. Kendimi dinledim saatlerce.
İkindileyin Stratonikeia antik kentindeydim. Zamanın katmanları Karya’dan Roma’ya, Selçuklu ve Osmanlı’ya, derin derin kazınmış bu topraklara. Hepsi, yaşanmış bütün zamanlar Heraklitos’un nehriyle akıyorlar burada.
Güzün erken düşen alacakaranlığı sütun başlıklarında, kemerlerde, narların civelek pembesinde oyalanan son güneş damlacıklarını da siliyor, gittikçe irileşen gölgeler düşürüyor kentin yorgun yüzüne.
“Yat sat tat ksinakam: Her şeyin süresi göz kırpmak kadar kısadır.” Bir vakitler bir yerlerde okuduğum Hintçe deyiş geliveriyor hatırıma birden. Bu çok ihtiyar şehri, onun yaşadığı onca zamana bakarak, ben neredeyse bir göz kırpışımda gezmiş, adımlarımın izini bırakmıştım sokaklarına. İçinin tatlı olgunluğuyla bir gün daha Heraklitos’un nehriyle akmaya başlıyordu şimdi. Ayrıldım kentten. Akşamı Zeytinlikuyu’da karşılamaya.