Görünenin ardındaki görünmeyeni görebilmekte saklı yaşamın anlamı. Ya da belki, René Char’ın şiire bakışındaki gibi:
(*) “Suyu bulandırmayacaksa, yazmanın ne anlamı var?”
Şaire göre şiir, insanı şaşırtmalı, yerleşik anlayışları sarsmalı, suyun berrak yüzeyini bulandırmalıdır, ki altındaki gerçek seçilebilsin. Yüzeye değil, derine yönelen çok katmanlı düşünmeye davet eder insanı şiirlerinde, Char.
Hayatın, durgun bir gölün kıpırtısızlığını andıran -sadece yaşamsal ihtiyaçlar, yemekten uyumaktan, üremek, çalışmaktan ibaret- boyutsuz tekdüzeliğinin altındaki derinliği sezebilmek, üzerine düşünmek, yorumlayabilmek, gerçek anlamda “yaşamak” olmalıydı. Dün akşam bir süredir elimden bırakamadığım, Tarkovsky ‘nin Mühürlenmiş Zaman’ının sayfalarında ağır ağır gezinirken bunlar geçiyordu aklımdan.
Andrey Tarkovsky imgesi, bende uçsuz bucaksız bir düşünce ormanı. Onun pek çok yönetmeninkinden çok farklı, algılanması zorlu bir sorgulama çabası gerektiren şiirsel anlatımlı filmlerini tasarlayışındaki içrek duygu ve düşüncelerini hissediyor, yaşıyorum kitabı okurken.
Sinema sanatı, bilineni, var olanı perdeye yansıtmak değildi onun için. Amacı, seyircisini zihinsel yolculuklara çıkarmaktı filmlerinde. Ve, sinemanın da her sanat dalı gibi çağın sorunlarının ortaya konmasında özel bir görevi olduğuna inanmıştı.
Madımak’ın yıldönümünün ve bir karikatürle estirilen kasırganın soğuk soluğunda yine ‘düşünme’ ye sığınıyorum. Kızgınlıklarımızı, öldürecek kadar dizginlenemez öfkelerimizi, düşünmenin büyülü gücü ile evcilleştirebilirdik.
Geç akşam ışığında, incecik bir yaz yağmuru, ürpertmeyen yumuşak bir serinlik.
02 Temmuz 2025 Ankara
(*) “Si l’on ne trouble pas l’eau, à quoi bon écrire?"