Nedenini bilmiyorum, içimdeki hoş tınısıydı belki, Rüzgâr Çiçeği koydum yazının adını.
RÜZGÂR ÇİÇEĞİ
-Yenice öğrendim, kırmızı, mor, mavi ya da beyaz açan Rüzgâr çiçeği, Yunan mitolojisine göre, aşkı Adonis'in ölümüyle kedere boğulan Afrodit'in gözyaşlarından doğmuş. O yüzden, kavuşulamamış aşkların, melankolinin, hüzünlü vedaların zarif bir simgesi olmuş, papatyayı andıran küçük yapraklı bu naif güzellik. Biz insanlar doğanın sessiz ve bilge varlığıyla anlamlandırmışız duygularımızı asırlar boyunca.
-Dün erken saatlerde penceremden sabahı seyrediyordum, sanırım kanadından yaralıydı, yönünü değiştiremeyip acının duvarına çarptı bir güvercin yavrusu. Bazen çıkmaz bir yola sapıp acıya savruluşumuz gibiydi.
-Zaman zaman düşünürüm, ne tuhaf, bütün mevsimlere dönüşebiliyor ruhum, o anda yaşadığım mevsimin gerçekliğini hiçe sayarak .
-Ve bazen de yapamadıklarımı yaptıklarım üzerinden bağışlıyorum. Bir teselli mi? Kim bilir?
-Küçük odadaki meşe dolap, üzerindeki koyu budaklarında yaşıyor hâlâ. Bir çekmecesinde eski mektuplar, kâğıt parçalarına çiziktirilmiş cümleler, sayfaları dolmuş defterler, 70’lerden kalma bir PTT koli alındısı, kesilmiş gazete parçaları, tel zımba ve çeşitli renkteki kalemlerle kurulmuş bir dünya, dönmeden duruyor orada öylece, ‘meşe’nin budaklarıyla birlikte yaş alıyor çekmecedeki dünya.
-Çoktandır, her sabah kara mizah bir kaba güldürüye uyanıyorum. Oysa içimden ağlamak geliyor.
-Yapay zekâ ile davalık olmuşuz! Daha ne kadar şaşırabilirim?
-Geçenlerde Abbas Kiarostami’nin ‘Rüzgâr ve Yaprak’ını aldım. İki üç dizelik kısacık şiirlerde nasıl bir anlam derinliği! Sözcüklerin büyüsü... Ne var ki, aydın fikirli Kiarostami ‘yi, İran devlet medyası vasıtasıyla sert propaganda söylemleri ve insan hakları ihlallerine aracılık eden, bu nedenle kimi ülkelerde kara listeye alınan Ali Rezvani'nin çevirisi ile okumak canımı sıkıyor, okuma zevkime gölge düşüyor. Kiarostami’ye haksızlık bu.