Manolyalar, martılar, İstanbul...


Belli belirsiz bir sisin usulca sürüklenişiydi sedir ağaçlarının üzerinden ışığın boz kozasında akan ırmağa doğru. Balkonun yanı başındaki asma son yaprağını dökmeye hazırlanıyordu belli ki. Bir ruh bükülmesinin yakıcılığı değdi tenime. Yorgun kanatlı martılar geçti içimden. Oysa, ilkyazın müjdecisi manolyalar çoktan açmıştı. Ne güzel bembeyaz gülüyorlardı İstanbul'a!
O sabah erkenden Aşiyan yokuşundan Bebek'in canım koyunu kucaklamaya inerken bir Oktay Rıfat mısraı ânımın sırrını yakalayıverdi ansızın:
 "...Bir kül bırakarak geçti mevsimlerim güllerim yeniden açtı..."
Kuzguncuk, ardından Fethi Paşa Korusu, Moda Burnu, Bahariye, derken çocukluğumun daha dünkü Nişantaşı'nda sesler, anılar, hatırlayışlar...
Geçmişin hasreti beni hiç bu kadar bağlamış mıydı! Sanmıyorum. 
Ertesiz bir şimdiydi o an ve ben zamanın sunağına, dupduru bir şükrü, bunca güzelliklerle bezeli, harikulâde renklerle hârelenmiş hâtıralarıma olan sonsuz şükranlarımı bıraktım dilimin en huzurlu sözcükleri ile.