Masal Olmalı


Köylerle  yaşamak, onlarla birlikte solumak, onların nabzımda atışlarını duymak istiyordum. Bu düşüncemi konakladığım köy evinin sahiplerine açtığımda: Bana, "Öyle elini kolunu sallayarak gezemezsin tek başına Küre Dağları'nda yanına bir yerel rehber almalısın." dediler.
Elbet bir  bildikleri vardı, söz dinlememek olmazdı.
Ve sabah kahvaltısının ardından sevgili rehberim Yaşar Bey'le yollara koyulduk, Küre Dağları kazan biz kepçe...
Köyler, köyler... Köknarlarla, lâdinlerle, kayınlarla, çamlarla, güzün renkleri  ile sarmaş dolaş, alabildiğine bakir, delimsirek doğanın içinde kıvrıla büküle aktık gün boyunca. Son durağımız Pınarbaşı Hocalar Köyü idi; muhtarın evine konuk olduğumuzda çay çoktan demini almıştı. Sohbetin demini anlatmam ise mümkün mü? Biliyorum, hayır değil. Yerel kıyafetlerini çok sevdiğimi söyleyiverince Cemile beni eve çağırdı, seğirttim kapıya. Gözlerinin içinde kaç yıldız yanıp sönüyordu ah bilemem. "Gel, gir." O sıcacık ahşap odalardan birindeydi çeyiz sandığı; açtı ve şimdiki biraz tombul bedenine çemkirirken beni özenle giydirdi, bunlar benim genç kızlığımdan sana olur, hadi giy. "Dediğinde artık bir masal kitabının büyülü sayfalarındaydım o andan itibaren. Şalvarın, önlüğün, yeleğin ve çivit mavisi lâstik pabuçların içinde bu ben miydim!?..
Bu Ekim gününe bir masal yazmıştım bu harika insanlarla; öyle bir masal ki hayâllerimi zorluyor.