Ocak Sonuna Doğru Karakış Günleri


Bir önceki gün ikindileyin başlamıştı; belli ki gece boyu soluksuz yağmış; yalın bir beyazlığa uyandım. 
■ Karakış 
- Halit bu ne kar!
- Sen daha, beterini görmedin Hocam, bu henüz bahar.
- Bahar mı? Kış baharı mı bu?
- Handiyse.
- Göz gözü görmüyor Halit, bu ne mene bahar karı?
- Az sonra açılır Hocam.
- Sonra?
- Sonra kurtlar iner. İşte o zaman yeniden başlar karakış.
...... 
Başımı kitaptan kaldırıp, mevsimin hoyratça soyduğu olgun ağaçların, çörtenlerin ağzına tünemiş güvercinlerin, üşümüş ıslak kedilerin, çöplerin arasında yiyecek bir şeyler bulmaya çalışan köpeklerin, şehrimin üzerine ağan kendi karakışımı seyre koyuluyorum bu defa. Epeydir unutmuştuk böyle delişmen kışları. 
Doğan güneşin karşı tepelerdeki yansımasını dinliyorum. Sanki sesi var sabah pusunu delen cılız ışımanın. Öyle ilk sabah, öyle erken ki daha, sadece karın sesi var, dünyanın soluğu gibi tıslayan rüzgâr bir de.
Çıkıp uzun uzun yürüyorum. Henüz ezilmemiş taze kar, cümleye dönüşmeyen tek tek sözcüklerle konuşuyor benimle. 
Ertesi gün 
Kar hâlâ nasıl yağıyor!
Parkta rastlaştık; Dolunay'mış ismi. Dedesinin uzunca bir kayışla çektiği kızağında sevinçle kucaklıyor dünyayı. Gözlerinde bir gülümseme resmi. Mavili-kırmızılı başlığından taşan bal köpüğü lülelerinde kar taneleri ışıldıyor. Dolunay tıpkı, henüz cemreler bile düşmemişken, kış hâlâ insafsızca sürüyorken, iri taç yapraklarında kar taneleri ışıldayan, karanlık toprağın beyaz ağır örtüsünü üzerlerinden sıyırıp, bir silkinişte güneşe doğru uzanan diri ve narin kardelenler gibi. Alacakaranlığa mahkûm edilmiş "O Şiirler", "O Şarkılar" Dolunay'ın kardelen baharıyla aydınlanıyor birden. İçim şenleniyor kış kış. 
■ Pusula/Sız 
Elimde pusula soruyorum:
- Nereye gidiyoruz Ramazan?
- Köye.
- Köyün yolu buradan değil ki.
-Artık köyün yolu yok Hoca. Kar kapadı köyün yolunu. Yaza değin köyün yolu diye bir şey yok.
..... 
Dağlara, ırmaklara, insanlara, ölümlere, doğumlara, mecnunlara, kurtlara, köpeklere, avcılara, yufka ekmeğine, otlu peynir ile çaya, kabaca sarılmış tütüne ağan "Yaralı Zaman" ın karakışı benim şehrimin karakışına karışıyor!..
Ocak günleri yanı başımdan akıp giderken çini mavisi ipeği soluyor Fato'nun gözlerinin. Bir ıssızlık, bir bırakılmışlık sancısı ile tarazlanıyorum.
Dün akşam, Tatil Kitabı'nı izledim. Seyfi Teoman hem yazmış hem de yönetmiş. Güzeldi. Bizden, tanıdık, sıradan hayatlar; hepimize çok aşina bir öykü.
Gençlerden olmalı; kimmiş merak ettim bu yönetmen Teoman Seyfi? Bakıyorum. Bu filmi çektikten dört yıl sonra, otuz beşindeki talihsiz ölümünü, tutunamayıp, zamanın o incecik çatlağından kayıp gidişini okuyunca bir kez daha tarazlanıyorum içimin sancısı ile. 
Evin az ilerisindeki dörtyol ağzında çocuklar ellerinde küçücük nergis demetleri, soğuktan katılırcasına günbatımına değin bekleşiyorlar. Alsam! Bir Ali'yi sevindirsem! Kokusu bütün evi sarsa! Hani giderken yolun umulmadık bir dönemecinde deniz görünüverir ya birden; bahar geliverse işte öyle umulmadık bir vakitte erkenden. Sürüncemede kalmasa karakış. 
■ Alıntılar: Ferit Edgü, Yaralı Zaman ve Doğu Öyküleri kitaplarından.