Tam Şubat'la Güzelce Vedalaşacaktım ki


Kış Her Şeyi Bilir 
Mevsimlerin bilgesiydi artık o. Daha değişmeden biliyordu ışığın değişeceğini, gündönümünü, gün-tün eşitliğini.
Sisin nehirden telâşsızca yükselişine; hiç yaratılmamış şeylerin arasına sabah ışıltısının karışmasına çocukça neşelenebiliyordu hâlâ. Gün battıktan çok sonra bile ufku yalayan ardıl aydınlıkla; dağdan süzülen rüzgârla serinleyen havayla; kısacık otları yiyen ineklerin, buzağıların çıkardıkları tekdüze, rahatlatıcı seslerle; tavşan izleri ile dolu mürver fundalıklarına, ormanlara, tarlalara, alçak damlı ağıllara yağan, her şeyi yıkayan, arındıran, yeraltında toplanan, çoğaltıcı, sonsuz su yağmurla huzur buluyordu bu kocaman, eşsiz düzende.
-Kocadım ama şimdilik her şey yolunda diyordu, babamla aynı yıl doğumlu (1929) ihtiyar kadın, Ursula K.Le Guin, doğanın sonsuzca bir parçası olmaya dingince hazırlanıyorken. İçi bilge mevsim kıştı; dışı, zaman ırmağı.
Son dört yılının tevekkül ve bilgelik yüklü şiirleri hayâllerinin pınarından çağıldıyor, içimin susamış kuytularını nasıl da kandırıyor şu zorlu, şu ölesiye acıtan günlerde. Çünkü orada, bizden çok da uzak olmayan bir yerde bir savaş çıkmış. Ölümü susturmaya çalışıyorum sözcüklerle.
&&
Birkaç gün sonrasıydı 
Bahar Daha Başlarken Eskimişti Sanki
Mart'ın bir'ine uyandığımda gözlerime inanamadım. Penceremin yarı beline kadar yığılmıştı gece boyu deli deli savrulan kar. 
Bugün kaçıncı günüymüş acaba? Sayıyorlar. Birinci günüymüş, ikinci günüymüş, üçüncü günüymüş, dördüncü, beşinci... Sayıyorlar durmadan. Kolayca sayıyorlar. Takılmadan, teklemeden sayıyorlar. Sayılara sığar mı hiç kendi ölümleriyle ölünmemiş ölümler? Hele geleceksiz bırakılmış yaşamlar!
Hatırlıyorum da hırssız, alçakgönüllü baharların tatlı akşam telâşesine iki kova suyla akıtılmış avluların ıslağı, sulanmış saksıların incecik toprak kokusu sinerdi. Özenle dilimlenmiş kavun, salatalık, pilâki, rakı kokusu bir de. Güneş en üst dalın tepesinden yorgun argın yuvarlanırken hafif bir rüzgârla ürperir, edâ ile salınırdı ortancalar. Koyu mavi kuytularına çekilirdi kumrular, oynaşmaya. Huzurlu bir sükûnetin tadı çıkarılırdı yudum yudum. 
Bu baharınsa neşesinde sızı var. Güneş kaçıyor, çocuklar hiçbir şey anlamıyorlar, boz, oyunsuz, düşsüz, masalsız bir alacakaranlıkta gölgelerimiz uzamaktan bıkıp usanıyor. 
Hatmiler açmayı bekliyor. Erguvanlar da. Yelloz bademler kabuklarından soyunmayı, nevruz gülü serpilmeyi bekliyor. Güneşin peşine takılıp sevinçle çığrışmayı istiyor sığırcıklar. Ben ise düşlemimin sözcüklerinde... Savaşın ölümlerini susturmayı...
-Buzağılar görür mü ki yıldızları acaba? -Silâhlardan uzak sessiz otlaklarında-