Uçurumun Kenarında Açan Çiçek, Aşk


Birbirini izleyen gün doğumlarını ve gün batımlarını düşünüyorum ve uçurumun kenarında açan çiçeği. Aşk, o.
Bu, kollarıma aldığım küçük, saman sarısı örgülü kız mı?
Bu, oyunlar oynadığım küçük oğlan mı?
Ne zaman büyüdüler onlar?
Aşk ne zaman serpildi içlerinde?
Kız ne zaman güzel oldu?
Oğlan ne zaman bu kadar büyüdü, güçlendi?
Daha dün değil miydi küçüklükleri?
Gün doğumu, gün batımı, gün doğumu, gün batımı...
Hızlıca akıp gidiyor mevsimler...
Fideler gecenin ardından ayçiçeğine dönüşüyor  zor zamanlarda bile.
Güneş doğuyor, sonra batıyor ufuktan yorulunca. Yatıyor bir sonraki günü uyandırmaya.
Değişen neydi peki? Neydi değişen? Soruyorum kendime:
Günler, mevsimler değişirken zaman değişiyor. Ama ne sevginin sabah tazeliği ne de gönül kırıklıklarının hüzün gölgeli akşam yansımaları değişiyor.  Zaman değişse de zamanın duyguları değişmiyor asla.
Camdan düşen günün kehribar rengi son ışıkları masamın üzerindeki şarap kadehimin incecik kenarında gün batımının şiirini yazıyor.
Anlayabiliyorum; yine de veya belki de bu yüzdendir: Aşkın  sabah yaprağının üzerindeki neşeli çiy duruluğu ve akşamların kayın ormanlarının pas kızılı  üzerindeki puslu karanlığı. Işıksız derinliklerde kayboluyor bir şeyler. Bulmakta zorlanıyorum. İçim acıyor.
2025’in 17 martını yaşıyorum. Günlerden pazartesi, Ankara’dayım. Bahara kışın hiddeti hükmediyor şu saatlerde dışarıda. Ürkütücü rüzgâr narin bahar dallarını örseliyor bahçede. Yarın kar yağacakmış diyorlar. Kabulüm.  Nasıl baş eğmem ki? Mart bu.
 Doğanın gelgitlerinde, uçurumun kenarında açıyor aşk çiçeği!..