Yankı
“...Size bütün kâinatın harikulade kitabını takdim etmek ve kullarının hayat bulmuş harfleriyle Eser Sahibi'nin mükemmeliyetini kıraat etmenizi temin etmek için...”
Luis of Granada, The Symbol of Faith
Bugün iki saati aşkın oturdum. İda'yı seyrettim. Çocukluktan kalma bir alışkanlık; her şeye uzun uzun bakmayı severim.
İda, ne'sini seyretmiştim? Varlığındaki karşı konulamaz dingin kudreti duymak istiyordum belki. Ya da, insanın tüm tutkularına, telaşlarına ilgisiz, görkemli sükûnetiyle, bu görmüş geçirmiş dağın bilgeliğini düşünüyordum. Belki de onun ‘Ben’inin en içrek derinliklerinde kaybolmayı istiyordum.
Alçacık bulutlar savrulup duruyordu arkaçlarda.
İlk damlayı hissettiğimde kalktım. Belli ki hızlanacaktı. Bu berk sonsuzluk bakmakla biter mi?
İki yanını çayırların sardığı dik patikada, zeytinlerin, hünnapların arasından yürüdüm. Saman balyaları, biçilmiş tarlalar, vadinin öbür ucu kül rengi bir suyun içinde yüzüyordu. İda daha uzakta ve daha yüksekti şimdi.
Dönüp yattım sonra. Yorulmuştum. Geç akşam ışığında, yağmurun sesiyle uyuyakalmışım.
Sabah hatırladım:
Ida, zamanın kaydını tutan iyi bir hikâye anlatıcısıydı. Sözcüklerinin yankısının ne derin bir tesiri vardı!