Yorumsuz Bir Deneme


Karar vermiştim, kanatlarımla uçarak gidecektim.Dağları, yaylaları, ovaları, köyleri, kasabaları iki kanadımın arasından süzülerek geçecektim. Sen o uzak kıyılarında bekliyordun beni. Nihayet biz de kucaklaşıyoruz günün akşama sarıldığı saatlerde.
Ablak suratlı ay, kışı bir ölü kımıltısızlığı ile yaşayan köyünün tepesindeki yağmur bulutlarına dalıp dalıp çıkıyor.Genzimde yosun kokusu ile karışık o bilindik köy kokusu, ıslak ve soğuk...
Ormanın dizlerinin dibine kıvrılıvermiş evinin çatısında ipildiyor uzak birkaç yıldız.
Eski dökme demir sobanın yanıbaşındaki bakır kazana istiflenmiş odunlarla, pembe cömert yalımlarla çocuklaşıyorum. Karşı çıkıyor küçüklüğüm; " Hayır bu sen değilsin." Diye bağırıyor sertçe .İrkiliyorum, büyüyorum aniden.
Nereden baksam en az altmış yıllık lükenz ceviz masanın üzerindeki iki kayık tabakta irili ufaklı hiç tanımadığım kızarmış , pas rengi balıklar; yüzleri, gözleri galeta unu...
Tavandan döşemeye inen ve büyücek odanın duvarı boyunca açılmış geniş pencereden içeri deniz doluyor pervâsızca , gece karası .Bir med bir cezir'dir gırla gidiyor; ayak bileklerim üşüyor. Aslında ne öfke ne tartışma... Yalnızca tuhaf bir yabancılık , bir aidiyetsizlik hissi ...Yalnızca puslu bir mahcubiyet balıkların bakışında. Hüznümün gülümseyişini tutuyorum ellerinden, birlikte arka odaya gidiyoruz.Soğuk oda soluk bir kış manzarası .Çırılçıplak soyunuyor, bağdaş kurup oturuyor kederim yatağın ortasına.Deniz git git kabarıyor, kâğıttan gemilerle çarpışıyorum.Kolum kanadım düşüyor, ölesiye yorgunum, fırtına uluyor. Sanırım utancın da çitlere ağıyor sabaha kadar.
 
Güneş kırpıntılarını kollarına doldurmuş sandalyelere kurulmuş limon çiçekleri, keyif çatıyorlar.Sabahın esenliği, dilsiz içdöküş saatleri...
Ölgün, gözyaşı kadar renksiz yazgıya kafa tutuyor Ruhum: " Aşk, tarçına batmış mayhoş elma gibi kokmalı." Diyerek homurdanıyor, parmaklarımın arasından kurtulup fırlıyor ormanın gümrah özgürlüğüne doğru.
 
Kanatlarıma taş bağlayıp bırakıyorum derinlere.Mermer ocakları, buğday tarlaları, derme-çatma damlı gözlemeciler ince uzun yamalık parçalar...Geçip gidiyorlar iki yanımdan ölüler yürüyüşü ile.
Tiz ıslığımın ucundan deli deli savruluyor o en sevdiğim şarkı, üç odalı evimin duvarlarını öpüyor haşarı bir sevinçle.
Evimdeyim şimdi, Ruhum ise ormanın dolgun memelerinden özgürlük emiyor.