05 Ocak, ikindi


Tuhaf bir tesadüfle, dünyamızı kasıp kavuran salgın günlerine rastladı Márquez'in "Kolera Günlerinde Aşk" romanını okuyuşum. Bir tarihler, yine böyle, bugünkü gibi Avrupa feci bir salgının, koleranın pençesinde kıvranıyorken, Florentino Ariza'nın Fermina Daza'ya duyduğu derin fakat karşılık bulamayan biçare aşkının içimi ağlatan öyküsü epeydir elimde.
Aslında ne zamandır kalın, sayfa sayısı fazla kitaplar okumaktan kaçıyordum; belki sabırsızlığımdan belki ivecenliğimden. Florentina'nın hüznü, Márquez'in kusursuz anlatımında sarmış olmalı beni, yarılamışım çoktan. 
Suyun ilâhî öncesizliği ve sonrasızlığı düşlerimin öpüşü ile derinleşiyor. Ölümsüz bir mevsimin ülkesi, o iki nehrin, Nereidler'in çocuksu ve şiirsel sesleriyle birlikte akıp denizi tutku ile kucakladıkları o yer, Ağva: Sadakor bir ikindi güneşinin sağanağıyla delice boşanıyor imgelemime yatağa çakıldığım şu zavallı saatlerimde. 
Ağva dönüşü istemeye istemeye üçüncü aşıyı oldum. Bundan öncekiler gibi yine nasıl hırpaladı beni! Acı geçiyor köklerimden, avuçlarımda birer tutam kor.
Bocelli dinliyorum bir yandan. Hayalimdeki su kadar dingin, duru akan o muhteşem ses iyi geliyor umarsızlığıma. 
"Beni en çok üzen ölüm değil, aşk yüzünden ölmemek."
Aşk'a bunca susamışken, onu bir türlü kanasıya içememiş bir adamın, Florentino Ariza'nın cümlesinin kederi karışıyor Bocelli'nin su sesine. Ve uyuyakalmışım işte o ara. Akşam sularına ağ atıyordu zaman, uyandığımda.