Dün Gecenin Günlüğünden
Güneşin, ağaçların sararan yapraklarındaki yansısı, hayalimin ufkuna sere serpe uzanan boz, hırçın lodos denizi, ağlayan martılar, tersinmez zamanın boyunduruğundan kurtulmuş bir güzün resmini çizemez miydi gözlerimin içine! İri damlalı yağmurlarının iliklere işleyişini, gün ortasındaki puslu aydınlığının hüznünü, yıllar yılı kullanılmaktan aşınıp, sıradanlaşmış sözcüklerle yazılanlardan, anlatılanlardan farklı; kendini, kendi biricikliğinde, özgün renkleri, kokuları, sesleri ile duyumsatan bambaşka bir güz olamaz mıydı yaşadığım bu güz?
Tam uyumaya hazırlanıyordum, bir yakınım, babamın kırklı yıllardan bir fotoğrafını gönderdi. Bir süre onun o, ortaokul öğrencisi, yeni yetme hâline, yoksul kıyafetine baktım. Sonra kalktım. Pencereyi açtım. Yağmur yağıyordu. Yağmura uzattım ellerimi, iliklerine kadar ıslanmış geceyi tuttum, benim gibi gece de çok üşümüştü.
Anılar, belli bir duyuşun canlandırabileceği kurgusal bir evren değil mi?.
*Sol baştaki babam