Düşlerle Avunmak


İlkbahar şafağının eğik gelen güneşi, kemerli zarif köprüyü, yumuşak mavi altında uzanan ormanı, tavşan izleriyle dolu tarlaları altınsı parıltısı ile aydınlatıp ısıtıyor. Aşağı koşturan küçük nehir boyunca dalgın dalgın yürüyorum.Tatlı bir esinti var vadide; ılık ,hafif,tanrısal.Zephiros'un rüzgârları gibi.
 
Nehir göz alabildiğine uzanıyor, uzaklardaki sayısız girinti ve koylarla kıvrılıp bükülüyor, sarı çiçekli kırlangıç otlarının şenlendirdiği kıyıları öpüyor coşku ile.Ben bu öpüşü, içimdeki tutsak nehrimin uçsuz bucaksızlığında, dünyada sürüp giden hayatın benzersiz hoşlukları, muhteşem tatları gibi dudaklarımda hissediyorum.
 
Su, bulutsuz göğün aydınlığını daha da çoğaltıyor, zamanı uzatıyor sanki.Günde bir görkem var.Gün tohum kadar narin ve bereketli. Su ne kadar engin, tepeler koskocaman,gökyüzü sonsuzca ve üzerimde nasıl da gül kırmızısı bir umut.
 
Birdenbire, ayağından demirli bir tutsağın içinden bir türlü çıkarıp atamadığı o tuhaf huzursuzluk ile irkildiğimde , kendimi evimin az ilerisindeki bahçelere doğru giden sundurmaların ve alçak çitlerin arasından geçen daracık yolda buluyorum. Mart sabahının soğuğu parmak uçlarımı ve burnumu fena sızlatmış.
 
Kendi doğrularını dayatan güçlü doğa ve karşısındaki zavallı edilgenliğimiz, ilkbaharda günlerin uzaması gibi önüne geçilemez bir şekilde sürüp gidiyor.
 
Eve dönüp çayımın sıcağına sığınıyorum bütün zavallı edilgenliğimle...