Mektuplu Günlerimiz


Şu insan zihni ne tuhaf! Bazen ortada, bize herhangi bir konuyu anımsatacak en ufak bir sebep bile yokken "o konu" gelir takılıverir aklımızın bir köşesine; giderek büyür, takıldığı köşeden çıkmıştır artık ve biz "onun" içindeyizdir şimdi; tıpkı bu sabah Büdü ile parkta yürüyüş yaparken beni duvarlarının içine çekip ,esir alan mevzu gibi ; mektup yazmak...
 
Evet, sabahın taze serininde, burnum biraz üşümüş, Büdü'nün tasması avucumda,parkın parke taşı döşeli dolambaçlı ince yollarında savrulan yapraklar arasındaydım ,birdenbire mektup yazmayı ne çok özlediğimi hissettim.Benim kuşağım mektupla haberleşen son kuşak oldu; telefon haberleşmesinin bile sınırlı olduğu o güzelim, o duygu yüklü yetmişli yıllarda biz mektup yazardık; akrabalarımıza, arkadaşlarımıza,sevgililerimize, askere uğurladığımız yakınlarımıza hem de can ı gönülden yazardık , öyle bir yazma ki her mektup neredeyse birer küçük öykü kitabı olurdu...İki mektup arasında birikmiş bütün yeni havadisleri, okulumuzu, okuduğumuz kitapları adeta bir odada karşılıklı oturuyor, tatlı tatlı konuşuyormuşçasına anlatırdık satırlarımızda.
 
Mektup yazmak hayatımızda öylesine önemliydi ki, Türkçe derslerimizde bizlere mektup yazma kuralları, yazılan kişiye göre hitap şekilleri , mektuba başlama-bitirme ve zarfın üzerinin nasıl yazılacağı öğretilirdi.Sokaklarımızda posta kutuları vardı, eğer yolumuz postane tarFafına düşmeyecekse o vakit mektubumuzu posta kutusuna atardık. Ve elbette mektup yazacağımız kişilere uygun beyaz ve renkli,sarı-mavi-pembe zarflarıyla aynı renk mektup kâğıtlarımız kitap dolaplarımızın bir köşesinde, renklerine göre özenle yerleştirilmiş ve yanı sıra mektuplarımızın içine konulmak üzere kitap sayfalarının aralarında kuruttuğumuz gül yaprakları daima hazır olurdu.
Mektup yazmak kadar beklemek de güzel ve heyecan vericiydi.Mahallemizin postacısı neredeyse ailemizden biri gibi , nereden mektup beklediğimizi asla unutmaz, onun o kapağı mektuplardan patladı-patlayacak ,boynuna çaprazlamasına astığı çantasıyla sokağımızın başından hemen hangi saatte görüneceğini bilir; ev işlerimizi görürken ya da ders çalışırken bir yandan da gözucuyla sokağı süzerdik.
Çoğu , heyecanla ve zarfı bir an önce açabilme telâşı ile zarfla birlikte mektubu da 
ucundan-köşesinden yırtar sonra da okumakta zorlanınca kendi kendimize söylenirdik.
Bizler, yani benim kuşağım mektup yazarak büyüdük ; mektuplarımız , tadı, heyecanı,satırlara sığamayan duygularıyla hayatlarımızın belki de en renkli anıları şimdilerde. Artık görüntülü konuşabildiğimiz bu günlerde hangi çocuk bilebilir "mektup yazmak ve beklemek" ne demektir?
 
Bu sabah işte bu mektup özlemi beni yakaladı ; O ufacık parkta yürürken oysa ben mektuplu yıllara, ne kadar uzaklara gitmiştim; kendime hayret ettim.