Miró, Rilke, Kuyucaklı Kadınlar, Çiçek Dürbünü bir de Ben
Miró,Rilke, Kuyucaklı Kadınlar, Çiçek Dürbünü bir de Ben
Alçalmış, iyice ağarmış, bulutsuz durulukta altınsı, saf aydınlık yüzümde dalgın dalgın oyalanırken, gece gördüğü çocuk düşlerini resmeden, neşeli, cıvıltılı renkleri ile beni daima eğlendiren Miró 'nun Mavi Pencere 'sinde saçlarıma göğü biriktiriyordum lavantalı günlerimin son sabahında.
Bir anlık, katışıksız bir duyuş: Özgürlük, belki de erinçti. Izleksiz, sözcüksüz bir şiiri duyumsamak gibi bir şeydi sanki o sabah yaşadığım.
Üç günlüğüne çakışmıştı yollarımız. Üç gün boyunca yazgıya dönüşen lâvanta esintisinde dilsiz iç döküşlerini dinledim; gözlerinin vakur derinliklerinde ipildeyen düşlerini okudum esmer, kavruk kadınların. Birbirimizi kadın seslerimizden tanımıştık hemen. Hep aynı kadın ellerimizle dokunmuyor muyduk hayatın katı alnına?
Torosların heybetinden garip bozkırıma döneli bu gün tam bir hafta olmuş. Iki gün önceki aşının hâlsizliği hâlâ üzerimde. Hiç tadım yok. Kalkamadım. Başucumdaki Rilke 'ye uzanıyorum. Onun "Kör Kadının Söyleşisi" şiirindeki: Bastığı taşlarla konuşan, hiçbir şeyin eksikliğini duymayan, artık göremediği renkleri seslerin ve kokuların diline çeviren, kitap sayfalarını rüzgârla ağaçlarda tek tek açan âmâ kadınla, ansızın lâvanta kokulu elleri ile Kuyucaklı kadınları ansıyorum. Hayata çiçek dürbününden bakabilen güçlü kadınları. Ne çok sevmiştim onları!..
Düşünüyorum da, zaten hep öyle izleksiz, sözcüksüz bir şiir gibi duyumsanan sabahlarda büyüyüp, serpilmez mi çiçek dürbünündeki hayâl çiçekleri?