Yarını Ansıyanımız Var mı?


Bir konferansının sonunda, zihninde başka bağlantılar kurulmuş olmalıydı ki kendini farklı bir konuda, “zaman” üzerine konuşurken buluyor. Geçen zamandan, geçmeyen zamandan bahsediyor. Birden aklına gençliğinde okuduğu bir metin geliyor. Antikçağ’dan pek tanınmamış bir yazarın, bir düşünüründü belki metin, ya da artık yaşamayan bir şairin; okuduğu zaman anlamadığı ancak unutamadığı. Hiçbir takvimde bulunmayan ve mevsimlerimizin döngüsel devinimlerinin şafağında beliren beşinci bir mevsim varmış. J.B. Pontalis uzun bir yaşamdan kendisine kalanları zarif ve capcanlı anlatımında söz ediyor bu beşinci mevsimden.
Birbirlerine bir sarmaşık gibi büklümlenmiş sonsuzluk ve geçiciliğin kırılgan sürgitliğinde, bu sabah yağmura uyandım, bu şehirde. Şehir üşümüştü geceden belli ki.
Akşam aklımı karıştıran o sayfayı bulup tekrar okuyorum. Beşinci mevsim var mıydı sahiden? Yoksa masalsı, düşsel bir mevsim miydi o? Ya Aşk? Toprağın doğurganlığına, rüzgârın sürükleyiciliğine, suyun arındırıcılığına saf inancım gibi yaşamın bir armağanı olduğuna inandığım Aşk hep vardı oysa. Ve Aşk, dünyanın bir ruhu olduğuna inandırıyordu beni.
“... Ulu Zeus, acı bana! Sen âşık olmadın mı hiç?”
Bütün bunları düşünürken, milattan önce üçüncü yüzyıldan Asklepiades’in, “Yağmurlar Yağdıran Zeus’a” şiirinin bu son dizesini ansıyorum gülümseyerek. 
Hâlâ yağıyor yağmur. Sokaklar, bahçeler, avlular, kediler, güvercinler, karşıdaki arduvaz tepeler; her yer, her şey ıpıslak.
Yaklaşan ölümün, doğanın yadsınamaz bir gerçekliği, yok oluşun, yitişin ise olsa olsa bir yorum olduğunu bir kez daha tekrarlıyorum kendime Pontalis’le birlikte. Altını çizdiğim cümleleri, kenar boşluklarına kendi yorumlarımı yazdığım sayfaları yeniden okuyorum. Yağmur hâlâ yağıyor.