Yavruağzı Duvarlı Oda


Yavruağzı duvarlı Oda, Penceredeki Akasya
Renkleri, belleğimde giderek solmaya; izleri, mantar küfü gibi beneklerle gölgelenmeye yüz tutan o odayı; dallarının, gün ışığının içeriye cömertçe girmesine izin veren, iki kanatlı geniş penceresine iyice sokulduğu akasya ağacını; sağlı sollu sevimli bahçeleri ile ayaklarının dibinde uysal bir ırmak gibi uzanan sokağı birbirlerine bağlayan halkalar zihnimde kopup , henüz dağılmamışken; yanı başımdaki  boşalmış kahve fincanına bakarak, odanın renklerini, seslerini, kokularını hayâlimdeki yavruağzı duvarlara
serpiştiriyorum.Eğer onları doğru sözcüklerle birleştirip, onlarla uzun cümleler oluşturabilirsem: 
Odanın,sakin sokağa başını uzatmış penceresinin önündeki ; aralarında sedef kakmalı abanoz bir çay sehpasının da bulunduğu, yüksek arkalıklı iki kadife koltuk; uzun duvarlarından birine boylu boyunca yaslanmış kanepe ile üzerinde varaklı bir çerçeveden gülümseyen kanaviçe tablo ,karşısındaki duvarda ise gül ağacından ince uzun, oymalı ayaklarının üzerinde yükselen müzik dolabı; canlı bahar kırlarını anımsatan çağla yeşili goblen perdeler; işlemeli bronz bir kasnağa yerleştirilmiş, bezekli fanusu ile tavandan sarkan zarif avize; hepsi,hepsi sanki , zaman en ufak bir kesintiye uğramamışçasına yeniden canlanacaklar, yavruağzı duvarların kucakladığı odada tekrar bir araya geleceklerdi sevinçle.
Yumuşak adımların  nihayet sona erdiği geç saatlerde; bütün lâmbalar söndürülmüş ve gece ay ışığında yıkanıyorken; o ilâhî ışığa rağmen,  yoğun bir karanlık sağanağı başlardı; anahtar deliklerinden, kepenklerin çevresinden süzülen, odaya dolan; abanoz sehpanın üzerindeki kırmızılı yıldız çiçekleriyle dolu vazoyu, halının örgülü saçaklarını, koltukların keskin kenarlarını, sağda solda açık kalmış kitapları yutan bu karanlık selinden, bu tufandan kaçıp kurtulamayan eşyalar neredeyse gözden kaybolurdu. 
Derin uykunun evde kol gezdiği bu vakitlerde yavruağzı duvarlı odayı kendime ayırırdım daima; onu yalnızca, gül ağacı dolaptan gecenin sükûnetini incitmeden usulca dökülen müzikle bir de akasyanın rüzgârla büyüyen camdaki gölgesi ile bölüşürdüm.
Küçük bir boru çiçeğinden bakardım gecenin kayıtsız,huzurlu göğüne ; ta ki karanlık yorulup bezgince eteklerini toplayıp gidene, kuşlar ötmeye ve şafak onların incecik neşeli seslerini kendi aydınlığına katmaya başlayana kadar.