Günsüz Günlüklerim


Ağustos-Moda Burnu- Martılar kalbimde hâlâ çırılçıplak 
Homeros'un şiirini okuyordum Melih Cevdet Anday'ın “Bir Defterden"inde:
...
Böyle dedi, aldı karısını koynuna, sarıldı,
Tanrısal toprak yumuşak bir çimen saldı taptaze 
Lotos bir halı serdi toprakla aralarına 
Safranlardan, sümbüllerden, tatlı bir halı 
Uzanıverdi ikisi de halının üstüne 
Sardı onları güzel bir altın bulut
Buluttan çiy damlaları akıyordu pırıl pırıl 
Tanrı Zeus ile tanrıça Hera’nın İda Dağı’ndaki ilâhi sevişmelerini anlatıyordu, uyuyakalmışım okurken. Uyandığımda, karşı tepelerden güneş yüklü, uçsuz bucaksız bir gök serilmişti şehrin üzerine. Sabah bütün aydınlığı ile yığılmıştı pencereme. Oysa kim bilir ne kadar zamandır içiçe yaşıyorum günleri; ne kendilerine ait renkleri, ne kokuları ne de sesleri var. Akıp gidiyorlar mı yoksa bütün sıradanlıkları, tekdüzelikleriyle dura mı kalıyorlar devinimsiz?
Bahçedeki vişneçürüğü gülleri seyrediyorum, içimi dinliyorum bir yandan. Yazdıklarım geliyor aklıma. Zincifre boya ile yazılmış anılarım, hatırlayışlarım, yitirişin ve dağılışın hüznü, ruh bükülmelerim, yıldızların simyasına gizlenmiş gecelerdeki hissedişlerim. Ben değil, zaman biriktirmişti bütün bunların hepsini. 
“Bir pencere pervazından boşluğa hayâllerime sarkıyorum.” Demişim.
Bir başka gün;
“Bir fincan gökyüzü alabilir miyim, bizde kalmamış da?” 
Diye kayıt düşmüşüm günlüğüme, kâbusa alışmaya çalıştığımız, ev tutsağı zamanlarımızda. 
Ve 
Babama;
Bu sabah güz çiçekleri ektim saksılara
Güneş güz güz parlıyordu 
Rüzgârın ıslığı güz çalıyordu
Bütün renklerinden canım, sana
Bir avuç güz topladım 
Bıraktım başucuna
Diye seslenmişim, en kırılgan, en darmadağın olduğum güz günlerimde. 
Tanrı Zeus ile Tanrıça Hera’nın İda Dağı’ndaki ilâhi sevişmelerinin sabahıydı, karar verdim: Zamanın acı-tatlı, benim için biriktirdiklerini bir sis, belleğimin çizgilerini silmeden kitap sayfalarına yazacaktım.