Yılın Hep Bu Zamanlarında


“Bir kelebek olduğunu gördü düşünde, uyandığında düşünde kelebek olduğunu gören bir insan mı yoksa şimdi düşünde insan olduğunu gören bir kelebek mi olduğunu bilmiyordu.” Diye anlatır Chuang Tzu öykülerinden birinde. Tıpkı Çinli feylesofun bu zarif metaforuna benziyordu yaşadığım. Her yıl olduğu gibi bu yıl da kitaplarımı indirip, teker teker tozlarını alıp kütüphanemdeki yerlerine yeniden yerleştirirken zamanın dışındaydım, daha doğrusu her kitapla, onu ilk kez okumuş olduğum ânı ve hatta kitapların kendi hikâyelerinin zamanını yaşıyordum. Sayfaların kenar boşluklarındaki çiziktirmelerim, bir köşeye atılmış bir tarih, üzerine Verlaine’nin Güz Şarkısı ile Rubin Dario’nun Mavi şiirinden birkaç dize karalanmış yırtık bir kağıt parçacığı, kim bilir hangi bahardan kurumuş bir şebboy ve yine kim bilir ne için sayfalardan birine iliştirdiğim sararmış bir sinema bileti. Bütün bunların hepsi bana o zamanlardaki ben’i hatırlatıyor; bir başlangıç ne de bir bitiş kaygısı taşıyan bir zamanı yaşatıyorlardı.

Ve nihayet, zamanın başkalaştığı bu düşsel yolculuğumun son gününün akşamında, Umag edebiyat dostlarımla buluşmamda, bana armağan ettikleri Şinasi’nin “Şair Evlenmesi”ni nereye, hangi kitapların yanına, hangi yazarların arasına koymam gerektiğini düşünüyordum ertesi sabah ve çok uzaklardan, Sei Şonagon günlerinden beş dize ince, kararsız bir çisenti gibi ağıyordu düşüncelerime, mırıldanıyordum onları, huzur bağışlayan bir dua’yı okurcasına.
Ay değil mi o?
Aynı bahar değil mi o?
Eski günlerin baharı?
Bedenim aynı beden 
Ama her şey farklı görünüyor. 
Biliyordum; bütün zamanların hepsinde de vardım.